Gülşen Güzelgöz ile sohbet..
Cumhuriyet in ilk yıllarında öğretmen olmak.
Gülşen Güzelgöz; Cumhuriyetin Aydın öğretmenlerinden.
Egenin bir kasabasında doğmuş, çocukluğu ata binerek, ağaca tırmanarak, arkadaşlarıyla saklambaç, beş taş, sek sek oynayarak geçmiş.
Soruyorum, nasıldı o yıllar ;
Gülşen; -“Çok güzeldi kızım. Evimiz iki katlı kerpiçten ve sobalıydı. Kapımız kilitlenmezdi, komşularımız girip çıkardı. Güvenilir bir ortam vardı bizim zamanımızda. Bizler akşam ezanı okunana kadar sokakta oynardık, annemiz babamız başımızda beklemezdi. Akşam olunca hep birlikte sofraya otururduk, babam kaşığı eline alıp besmele çeker ve ilk lokmayı ağzına götürür, annem ve kardeşlerim öyle başlardık yemeğe. Görgü, adap, terbiye önemliydi. Gaz lambasında biraz oturulur, ödevlerimizi yapar, çok da geç olmadan uyurduk. Güneş ışığı saatimizdi. Hava aydınlanmaya başlarken uyanırdık. Annem ,akşamdan kalan yemeği kuzinede ısıtır ;bazen dolma, bazen kuru fasülye, bazen çorba kalırdı. Onunla kahvaltı yapar okula giderdik. Önlüğümün ceplerinde kuru üzüm, ceviz, ayva olurdu. Yanaklarımız kıpkırmızıydı. Paketli gıda yoktu. Bağımızda, komşumuzun bahçesinde , pazarda satılanlardı gıdamız.”
Emel; -Gerçekten şimdiyle karşılaştırdığımızda masal gibi bir çocukluk. Peki öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz?
Gülşen: -Daha okula bile gitmiyorken annemin diktiği bez bebekleri oturtur karşıma , elime de sopa alır tahtada ders anlatırdım . Öğretmencilik oynardım evde. Zaten okula da kendim gitmek istedim, yaşım daha tutmuyormuş, ağladım ısrar ettim. Rahmetli babacığım yaşımı bir yaş büyük yazdırdı da okula öyle başladım. İlk ve ortaokuldan sonra da öğretmen okulu sınavına girdim ve Nevşehir Öğretmen Okulunu kazandım.”
Emel; -Harika, o gün sınavı kazandığınızı söylediğinizde evde neler oldu?
Gülşen; -"Haberi aldığım günü anlatayım. Bağdaydık, üzüm topluyorduk, haber geldi. Öğretmen Okulu sınavlarının sonuçları açıklanmış ve kazanmışım. Sınavı kazandım,öğretmen olacağım diye aman ne sevindik ailecek orada. Üstelik 3 yıl boyunca, yememiz, içmemiz, giyim, kuşam, yatmamız, herşeyimiz okuldan karşılanacakmış ,bu duruma da ayrı sevindik. Aradan birkaç gün geçti, ailecek oturduk nasıl gideceğimi konuşuyoruz. Öncelikle çok uzak bir şehir, biz Ege’de Denizli’deyiz , o dönem için Nevşehir çok uzak tabi. Kız çocuk, yatılı, 15 yaşındayım. Nasıl olur dediler. Okumak istiyorum diye ağladım, yalvardım babama. 6 kardeşin en büyüğü benim, evde sadece babam çalışıyor. Maddi olarak zor yıllar. Derslerde başarısız olup sınıfta kalırsak devlet verdiği parayı geri alıyormuş. Babam “başarır benim kızım,gitsin okusun “ dedi. Tamam , babam gönderecek ama bu defa da yol parası, harçlık lazım, ne yaparız diye düşündük, bir otobüs kız gideceğiz Nevşehir’e. Annem rahmetlik boynundan, ucunda altın takılı kolyeyi çıkardı. “Bunu bozduralım , Gülşenimin yol ve ihtiyaçlarını karşılayalım” dedi. Öylelikle hazırlıklar başladı. Sınavı kazanan arkadaşlarımızdan birinin babası Nevşehir’den Denizli’ye kadar başımızda bize refakat etti. Ve benim de öğretmenlik yıllarıma dair ilk yolculuğum başlamış oldu kızım."
Emel; -ilk kez ailenizden ayrılıp bambaşka bir şehre gitmişsiniz. Zor muydu ?
Gülşen; -Zordu tabi ama çok da güzeldi. Gündüz zamanımız derslerle yoğun geçiyordu. Sabah erkenden zil çalar, önlükler giyilir bahçeye çıkılırdı. Öğretmenlerimiz sabah sporu yaptırırdı. Önce okulun etrafında koşar, ardından harmandalı oynardık ya da jimnastik yapardık. Ve mütalaaya girerdik.
Emel; -Mütalaa ne demek anne?
Gülşen; -Ders çalışma zamanı yavrum. Ardından kahvaltı için yemekhaneye giderdik.Tüm gün derslerle geçerdi zamanımız . Tenefüs aralarında hoparlörle bahçeye müzik yayını yapılırdı. Bazı öğrenciler dans ederdi .Dönemin müzikleri ça ça , tiwist ya da klasik müzik çalardı. Akşam olunca yemeğimizi yiyip , tekrar mütalaaya katılırdık. Hepimiz sınıflarımızda belli bir saate kadar ders çalışırdık ve ardından yatakhaneye çıkardık. 2 tane yatakhane vardı, tüm öğrenciler bir aradaydık. Ranzalar vardı. Kışın çok soğuk olurdu. Soba koridordaydı. Nevşehir soğuk. Üşüyerek uyurduk. Yatakhanede hepimiz aynı yaşta aynı idealle buluşmuş genç kızlardık. Ama akşamları oturup sohbet etmek için zaman bile olmazdı. Erkenden yatırırlardı, ışıklar kapanırdı. Sabah da erkenden kaldırırlardı.Disiplin altındaydık.
Emel; -Peki banyonuzu nasıl yapardınız?
Gülşen; -Haftada bir gün , Cumartesi ya da Pazar günü başımızda bir öğretmen ve bekçi ile hamama götürürlerdi. Bazen de 15 günde bir.. Düşünüyorum da , zor koşullarda okumuşuz.
Emel; -Okul biter bitmez atamanız yapıldı mı?
Gülşen; -Tabii ,hemen atamamız yapıldı. Ama sürpriz bir gelişme var öncesinde. Okulun bittiği yaz sınıf arkadaşım, babanla (Ürgüp’lü Muammer Güzelgöz ) ile evlendim. Ürgüp’ün Sofular köyüne gittik beraber. Baban da ben de çok gençtik. Köyde ev bulamadık önce. Sonra okulun hemen dibinde yaşlı fakir bir adamın kayadan oyma bir odalık yeri varmış. Bize orayı kiraya verdi. Ama sadece tek oda. Banyo yok, mutfak yok, salon yok. Tuvalet dışarıda. Ortaya kuzine soba kurduk, bir de karyola aldık. Odanın tek kapısı var.O kapı hem odanın hem evin kapısı. Kapının arkasına banyo için çukur kazdım. Sobada su ısıtıp kapının arkasında banyo yapıyorduk. Sular kapının altından dışarı akıyordu. Odanın bir köşesine de mutfak yaptım. Bu koşullarda yaşayıp, gündüz de çocuklara ders anlatıyorduk. Birleştirilmiş sınıflar vardı. 1. ve 2. Sınıfları birarada okuttum o köyde. Baban da 3. Sınıfları okuttu. Baban birde okuma yazma bilmeyen köylü kadınlara ders verdi okulda. Biz de çocuk sayılırdık, 18-19 yaşlarındayız. Okuldan çıkınca çocuklarla eve kadar koşma yarışı yapardık. Teneffüslerde beş taş oynardım. Öğrencilerim çok severdi beni.
Emel; -Akşamları tek bir kaya odanın içinde zaman nasıl geçerdi?
Gülşen; -Hiç sıkılmaya zamanımız olmazdı. Köylüler her gece evimize gelirlerdi. Bir tane sedirimiz vardı oturmak için. Hiç çekinmezlerdi. Baban yatağın üzerine oturur saz çalardı. Ben de çay demlerdim sobanın üzerinde. Üstelik çay demlemem yayılmış köyde evden eve çünkü o köyde çayı erkekler demlermiş. Gülşen öğretmen erkek gibi çay demliyor diye şaşırmışlardı.
Emel; -Komik olmuş gerçekten
Gülşen; -Bir de baban o köyde çeşme yapmıştı. Bayağı geri kalmış bir köydü. Çeşme vardı köyde ama duvarı bile yoktu. Baban etrafını topladığı taşlarla çevirip, gider yapmıştı. Böylelikle su doldururken kimsenin üstü ıslanmıyor, ayağı çamur olmuyordu. İşte böyle yavrum, anı çok o yıllara dair. Dediğin gibi şimdikilere masal gibi gelir. Koşullar zordu ama idealistlik vardı. Her koşulda çalışan, Cumhuriyetin azimli gençleriydik. Andımızı ağızdan değil, yürekten okur, okuturduk. Koşulların zorluğu çalışmamıza, öğretmemize engel olmadı çok şükür.
Emel; -Emeklerinize sağlık, ne mutlu yüzlerce öğrenci yetiştirmişsiniz.İyi ki varsınız. Dilerim ki sizler gibi eğitimciler çoğalır ülkemizde ve güzel nesillerin devamı gelir inşallah. Teşekkür ederek bu güzel sohbeti tamamladık. İşte bir Cumhuriyet kadının kendi ağzından kızıyla yaptığı bu sohbet,
Cumhuriyetin ilk yıllarında zorlu yaşam koşulları içinde çalışkan Türk gencinin okuma azmini ve o dönemde var olan Öğretmen Okullarının eğitim kalitesini anlatıyor bizlere.
Emel Güzelgöz Vural
24 Kasım 2023
İzmir